1 Nisan 2010 Perşembe

Geleneksel Türk Tiyatrosu


Tuluat Tiyatrosu'nun temeli olan grotesk'te, müzik, dans, hokkabaz söyleşmeleri, beceriye dayanan sözsüz oyunları, taklit ve ikili söyleşmeler vardır. Orta Oyunu da bu temel öğelere dayanır. Bu tür, yapısı içinde, müziği, dansı, hokkabaz söyleşmelerini, beceriye dayanan sözsüz oyunları ve taklidi içerir. Orta Oyunu, Meddahlık yoluyla anlatımı canlandırmayı, mukallitlikle mimiği ve hokkabazlıkla beceriyi edinmiştir. Tulûat Tiyatrosu, bunun için, Orta Oyunu sanatçıları tarafından başlatılan bir tür olmuştur.
Tulûat Tiyatrosu'nun çıkışı üzerine ilk haberi, İstanbul'da yayımlanmakta olan İstikbal gazetesinden aktaran Hayal dergisinde(1) okuruz. Bu haberde, Kavuklu Hamdi Efendi'nin Aksaray 'da "Zuhuri Kolu"nu açtığı, "Gedikpaşa Tiyatrosu"nun dağarındaki Pinti Hamid oyunundan bozma Hasis Zengin komedyasını oynadığı, bunun üzerine Güllü Agop Efendi'nin hükûmete dilekçe ile başvurarak ayrıcalığına "tecavüz edildiği"ni belirterek şikâyette bulunduğu yazılıdır. Sevengil de, gençliğinde tanıdığı yaşlı sahne sanatçılarının, Tulûat Tiyatrosu 'nun "Rumî 1291 yılında" (2) başladığını söylediklerini belirtir.
3. Öte yanda, Küçük ismail Efendi, anılarında, Orta Oyunu'nu ilk kez, 1293'te [1877 'de] "şano"ya (sahneye) çıkararak tulûat türünü dört arkadaş bulguladıklarını ve Jön Prömiye'yi kendisinin, Tirit'i Agâh Efendi' nin, Komiği Kavuklu Hamdi' nin, Tiran'ı da Büyük İsmail 'in oynadığını anlatır. Aratik ve Agavni adında iki de bayan bulduklarını sözlerine ekler. Küçük ismail Efendi, bir küçük orkestra ile Aksaray'da Şekerci Sokağındaki tiyatroda ilk kez bir tulûat oyunu oynadıklarını ve iyi para kazandıklarını da söyler.
4. Küçük İsmail Efendi'nin anlattıklarıyla Hayal dergisinde çıkan haber arasındaki ilişki belirgindir. Ancak İsmail Efendi, yaşlılığından dolayı iki yıllık bir yanlışlık yapmıştır. Başka deyişle, Tulûat Tiyatrosu'nun başlangıcı 1875 yılının sonlarındadır.
Ahmet Rasim, Orta Oyunu'ndan Tulûat Tiyatrosu'na geçişi şöyle anlatır: "Orta Oyunu sahneye çıkmakla yalnız ayağı yerden kesilmiş olmadı, asıl yapısına da epeyi değişiklik geldi. Önce sırası ve düzeni bozuldu . Kavuklu başındaki kavuğunu, sırtındaki cüppesini, yırtmaçlı entarisini, belindeki kuşağını, bacağındaki şalvarını, ayaklarındaki paşmağını, yani çedik pabucunu çıkardı; bunların yerine, başına (kalıba girse Frengin silindir dediği, uzun resmî şapkasını andıran) uzun, buruşuk fes, sırtına bir ceket, pardesü bozması, arada sırada kolları kopuk, haydarî taklidi sako, beline (muhafazarlık duygusuna göbek adı seçtiğine delil olacakmış gibi) bir kuşak, bacağına, eski milli kıyafetten sıkma ya da dizliğe, yarım şalvara benzer, paçası bol, dar bir pantolon, ayaklarına (ne serhatlık ne lapçine ne de çediğe benzer) yanı olmayan potin, yarım kundura takarak; kaşlarına, yanak ve burnuna allık, gözlerine sürme sürerek; saçı sakalı ile Karagöz'ün soygunluğu gibi bir çıplaklık ile cascavlak kaldı. Adı Kavuklu iken Maskara oldu"
5. Sevengil, Tulûat Tiyatrosu'nun Orta Oyunu tekniğini kullanmakla birlikte, klasik tipleri bıraktığını, bunların yerine günlük yaşamdaki tipleri aldığını(6) belirtir ki, bu doğru bir gözlemdir. Tulûat Tiyatrosu'nun dağarı da değişiktir.
Orta Oyunu'ndaki klasik metinler bırakılmış, bazı ünlü yapıtlar bu tiyatronun yapısına uygun bir biçime getirilerek sahneye çıkartılmıştır. Örneğin, Kavuklu Hamdi, Ahmet Vefik Paşa'nın Köylü Kibarı adıyla Türkçe ye uyarladığı Le Bourgeois Gentilhomme adlı yapıtı kendine göre değiştirmiş ve ondan bir 'Kaba Adam' tipi ortaya çıkartmıştır
7. Aynı durumu, Anadolu'daki tulûat topluluklarında oynanan ve halk arasında yaygınlaşmış olan Kütahya Oyunu Molière'in Zor Nikâhı adı altında uyarlanan komedyasının bir senaryosuydu.
8. Tulûat Tiyatrosu oyunları Batı dan yalan yanlış aktarılan metinlerdi. Batı tiyatrosunun ünlü yapıtları alınıp kuru bir olay iskeleti haline getirilmiş, bunlar oyuncuların eline verilerek onların zekâ, yetenek ve becerilerine göre bulup söyledikleri sözlerle yürütülmüştür. Böylece aslına hiç uymayan, garip oyunlar ortaya çıkmıştır.
Pişekâr (Küçük) İsmail Efendi, Orta Oyunu ile Tulûat Tiyatrosu arasındaki farkı şöyle anlatır: "Kavuklu, Komikle tamamen zıttır. Komik suratını boyar, veçhini tağyir ederek [yüzünü değiştirerek] maskara kılığına girer. Bütün tuhaflığı da ihtiyar'ın kafasına süpürge vurmak, gaz tenekesi yuvarlamak, Madam'a sulanmaktan ibarettir. Oysa Kavuklu, hazırcevaplık ve tekerlemeleriyle halkı neşe dâr eder"
9. Buna karşı Sümbüllü, ismail Efendi'nin tulûat sanatçılarına haksızlık ettiğini belirtmiştir. O da bu sözlere karşı şöyle der: "Tulûat şimdiki gibi galiz lisan demek değildir. Müstehcen lâf etmek değildir. Tulûatın da birçok çeşidi vardır. Tulûat insanın içinden gelen bir kabiliyettir, her adam tulûat yapamaz. Bugün [1973] tulûat yapacak tek adam kalmadı"
10. Dümbüllü haklıdır; Ülkemizde Tulûat Tiyatrosu giderek yozlaşmış ve sanatsız bir gazino gösterisine, ucuz bir şova dönüşmüştür. Tulûat Tiyatrosu'nun ortaya çıkma nedeni genellikle Güllü Agop' un Türkçe oyun oynatma ayrıcalığını elde etmesine bağlanır. Ahmet Fehim anılarında şöyle der: "Güllü Agop['un (*)Fasulyacıyan ile arası açılmıştı. Fasulyacıyan fena halde kızdı. Kumpanyadan çıktı. Tabii aç kalamazdı. Oyun oynamak mecburiyetinde idi. Ama o hak yalnız Güllü Agop Efendi'ye verilmişti. Ne yapsın? Düşünmüş, taşınmış, nihayet meşhur Kavuklu Hamdi'yi bulmuş. Kulekapısı'nda Pirinççi'nin gazinosunu kiralamış ve orada saz için yapılmış küçük sahnede Hamdi ile kitapsız, suflörsüz Çıngırak komedyasını oynamıştı"
11. Bu tiyatroda Abdürrezak da yüzünü boyayarak ibiş rolüne çıkmıştır. Tulûat Tiyatrosu'nun başlamasına neden olarak Mahmut Yesari de aynı olayı aktarır.
12. Aynı yazıda, Yesari, ilk tulûat sahnesinin bir süpürgeci dükkânı olduğunu belirtir. Türk Tulûat Tiyatrosu tipleri, Orta Oyunu'nda olduğu gibi zengin değildir. Genelde beş asal tip vardır: bunlar, Tirit (yaşlı adam), Uşak (ibiş), Sirar (Erkek Aşık), Kız (Kadın Aşık) ve Tiran (Zorba). Bir de tulûat argosunda figürana verilen ad vardı: Moloz. Baş oyun kişisi Uşak'tı; bir oyuncunun bu role alabilmesi için usta oyuncu olması gerekirdi.
Tulûat Tiyatrosu tiplerinin orta-ya çıkmasında kanımca ne yalnızca Orta Oyunu'nun ne de yalnızca Batının tulûat tiyatrolarının, özellikle commedia dell'Arte'nin tam olarak etkisi olmuştur. Bu tiyatro etkilendikten sonra bu tipleri kendi yapısı içinde, özümleyebilmiştir.
Tirit, yani ihtiyar, biraz dell' Arte' nin baş yaşlı tipi Pantalone'den, biraz da
Pişekâr'dan bir şeyler almıştır; ama her ikisi de değildir. Pişekâr, Pantalone'den farklıdır, ama benzer yanları da vardır: çıkarcıdırlar, çok bildiklerini sanırlar, ama hep aldanırlar, paraya düşkündürler, elleri de sıkıdır. Tirit bu özellikleri almıştır; ama Pişekâr, Tirit ve Pantalone ile karşılaştırıldığında çok daha olumludur. Pişekâr, doğru olanı da göstererek toplum vicdanını temsil eder, Kavuklu'nun yanlışlarını gösterir, kıssadan hisseyi çıkarmada etken olur. Oyunun akıllı kişisidir. Oysa Pantalone, tıpkı Tirit gibi, yalnızca gülünecek bir zavallı, biraz da suratsız bir ihtiyardır.
Uşak ise ne Kavukludur ne de dell'Arte' deki Zanni'dir. Uşak, dell'Arte'nin en ünlü uşak tipi Arlecchino gibi hareketli, "anasının gözü", parasız, entrikacı, sırdaş, sorunlara çare bulan arsız bir tiptir; aynı zamanda, Kavuklu gibi beceriksiz (ama saf değil), bilgisiz, çocuksu ve sem-patik bir oyun kişisidir. Kavuklu'nun halk adamı olmasına karşılık, Uşak (ya da ibiş) halk soytarısıdır.
Tiran ise, Orta Oyunu'ndaki kabadayılar (Tuzsuz, Külhanbeyi, Matiz, vb.) ile commedia dell'Arte'deki zorbaların (Punchinella, Capitano, Scaramuccia, vb.) tiplerinin karışımıdır. Ancak Tiran kabadayıdan çok zorba, zorbadan çok kötüdür. Fransız bulvar oyunlarındaki Kötü Adam tipidir. Tiran, ne Orta Oyunu'ndaki kabadayılar gibi iyi yürekli ve cesur, ne de dell'Arte'deki zorbalar gibi dövüşkendir. O daha çok melodramlardan fırlamış bir "kara adam"dır. Prof. Dr. Özdemir Nutku
Sirar, Çelebi ile dell'Arte'deki aşık erkek (innamorato) tiplerinin bir karışımıdır. Daha çok Çelebi'ye benzer, ama Çelebi'deki kadınımsı, çıtkırıldım tavrı yoktur. Innamorato'daki romantizm de izlenmez. O da melodramatik, acı çeken bir âşık tipidir.
Kız da Zenne ile dell'Arte'deki aşık genç kız (innamorata)'ın bir karışımıdır. Ama innamorata gibi şarkı söyleyip dansetmez; durgun ve eziktir. Seyircide iyi bir izlenim uyandırmak için genelde ahlâklıdırlar. Ancak bunların oynak olanları da vardır. Bunlar da daha çok Zenne tavrı içindedirler. Babayı atlatıp Uşak'ın yardımıyla gizlice sevgilileri ile buluşurlar.
On dokuzuncu yüzyılın son çeyreğinde giderek sayıları artan tulûat tiyatroları merkez Şehzâdebaşı olmak üzere, Aksaray, Çemberlitaş, Kulekapısı, Kumkapısı ve bunlara yakın yerlerdeydi. Ahmet Fehim, anılarında, tulûat tiyatrolarından şöyle söz-eder: "(*)Bu içi kof bir ihtişam devri idi. Bize gelince, perdenin arkasında, gaz sandığından bozma bir masanın üstünü goblen halısı taklidi ile örter, bir ekmek parası için, biz yalancı burjuvalar, hakiki burjuvaları eğlendirirdik. Herhalde sanat yapmıyorduk"
1. Birinci Dünya Savaşı sırasında İstanbul'da bulunan bir Alman, Ramazan gecelerinde Direklerarası'nın tıklım tıklım dolu olduğunu belirttikten sonra bu seyircilerin tümünün erkek olduğunu yazar
14. Tulûat oyunları çok basitti; genellikle yazılı bir metin yoktu. Oyunu yöneten konuyu anlatır, oyuncular da bu kanava üzerinde tulûatlarını yaparlardı. Tulûat gösterilerine baktığımızda, önümüzde beliren kalıp aşağı yukarı şöyledir: I.Perde: Kız, Sirar'ı sever. Tiran da ona göz koymuştur. Kız'ı kaçırmak ister. Tirit görür. Tiran, Tirit'i öldürecekken Uşak (Komik) çıkagelir; komiklikler yapar, perde iner. II. Perde: Kız yalnızdır; ağlar, sızlar, kendini öldürmeye kalkar; Uşak gelir Kız'ı kurtarır. Artık işi düzeltmek Uşak'ın işidir. O ne yapacağını bilir. Perde kapanır. III. Perde: Kanto'lar, düetto'lar. Bazan her ikisi birden sonra yine perde. Seyirciler, tekerlemelere, taklitlere, muhaverelere ve en çok da açık saçık sözlere gülüyorlardı. Böyle açık saçık konuşmalara "cinas söylemek", "cinas yutturmak" denilirdi. Ancak Hamdi'nin, genellikle temiz konuştuğu, hele hanımların da bulunduğu gösterilerde "cinas" larına çok dikkat gösterdiği belirtilir. Tulûat Tiyatrosu, Osmanlı İmparatorluğu’nun en zor günlerinde ortaya çıkmıştır. imparatorluk çöküyordu, geliri azalıyordu ve başında da kuruntulu, kuşkulu bir padişah vardı. "Sansür Hazretleri" Azrail gibi tırpanını sallayarak basını ve tiyatroları biçip geçiyordu.
15. Ahmet Rasim şöyle yazar: "Basın üzerine kara kanatlarını germiş olan sansür, bu oyunların [açık saçık tulûat oyunlarının] siyasal nitelikten uzak olduklarına inandığı için, en çirkin yanlarına aldırmıyor; yalnız tiyatro sahipleriyle uyuşamamış olan hafiyeler, arada sırada jurnal yolu ile sözde suret-i haktan işe karışmış gibi görünüyordu"
16. Ne ki, tulûat oyunları üzerinde de sansürün varolduğunu çeşitli kaynaklardan öğreniriz. Elimizdeki, 1891, 1892 ve 1893 yıllarına ait üç el yazması sansür mazbatasında bu kara gölge, tüm hışmıyla önümüz-de durmaktadır. Encümen-i Teftiş ve Muayene'nin 14 Teşrinievvel 1307 (14 Ekim 1891) tarihinde temize çekilen kararında oynanacak oyunların içeriğinde terbiye ve milli ahlâka aykırı yerler ile aktör ve aktrislerin tavır ve davranışlarında terbiye ve ahlâkla bağdaşmayan görünüşler olmaması için itina gösterilmesinin padişahın bir iradesi olduğundan söz edildikten sonra, şöyle denilmektedir: "Yalnız işbu irade-i seniyye-i ahkâm-ı münifesi muktezasınca vukuuna meydan verilmemek lâzım gelen ahvâl ve akvâl ekser hayal ve kukla ve ortaoyunlarında ve hokkabazlarda dahi görülüp işitilmekte olduğu ve muhadderât-ı islamiyye ile erkeklerin bulundukları tiyatro-hânelerde dahi bazan ahvâl-i âdâb-şike nâneye tesadüf edilmekte bulunduğu istihbâr kılınmış olmakla" bu konuda polisçe kovuşturma yapılacağı bildirilir.
17. Aralık 1893 tarihli bir mazbatada da, "Me'yûs Peder Yahud Kahraman-âne Sarf-ı Himmet nâm Türkçe tiyatro kitabının münderecatında bazı cinâyâtı havi olduğundan tab'ı câiz olmadığı" yazıldıktan başka, bu tip oyunların oynatılmaması için de ayrıca uzunca bir not düşülmüştür. Politik olmadıkları halde, tulûat toplulukları üzerinde oldukça yoğun bir baskı vardı. II.Abdülhamit, saraya ve devlet yönetimine ilişkin sözcükleri yasaklaması bir yana, sahnede Türk adları da istemiyordu. Tulûatçılar ter döküyorlar, tehlikeden kurtulmak için bir yol arıyorlardı. Bunu da buldular: uydurma adlar! ilanlarda garip adlar yer alıyordu: Carha, Barha, Mendehar, Şarak, Zalgir gibi Komiklerin adları da şöyleydi: Fındık, Rehber, Tombul, Vardalabomba, vb18… Abdî, saraya girdikten sonra daha da kısıtlanmıştır; örneğin, memur aylıklarının aylardan beri verilmediğini gören Abdi, yüksek memurların da ricasıyla, Abdülhamit'in huzurunda şu sahneyi oynamıştır: ayağındaki dar çizmeyi bir türlü çıkaramayan Abdî, "Amma da inatçı çizmeye tesadüf ettik", demiş, "maaş-ı umumî gibi senede bir defa mı çıkacaksın ayağımdan, a mübarek!" Padişah,bu nükteyi duyunca çok kızmış ve "Çıkarın şunu, bundan sonra hiç bir yerde oynamayacak!" demiştir. Bu resmi sansür, doğal olarak sanatçıları sürekli bir özdenetime, bir iç sansüre götürmüştür. Daha resmi sansür yokken kendi kendini sınırlamıştır. Bu da sanatçının tükenmesi demektir. Nitekim, Abdî de, saraydan ayrılıp Şehazâdebaşında halkın karşısına çıktığında, nüktesinden ve oyunundan çok şeyler yitirmişti. Ondan söz eden yazılarda, "Abdî Efendi'nin dehasını saray katletmiştir" denilmektedir.

Hiç yorum yok: